İHVÂN-I SAFÂ
İhvân-ı Safâ
Saflığın, arınmışlığın kardeşliği manasına gelen İhvân-ı Safâ; Hicri dördüncü yüzyılda (miladi dokuz yüzlü yılların sonu) Basra'da ortaya çıkan felsefi bir topluluktur. Yanlış bilgiler ve batıl düşüncelerle kirletilmiş olan dini, felsefe ile yeniden temizlemeyi amaçlar. Faaliyet dönemi Abbasi Devleti'nin son zamanlarına rastlayan İhvân-ı Safâ, dini felsefi ve siyasi çekişmelerin yaygın olduğu bir dönemde, yaptığı felsefi, ilmi, ahlaki ve dini çalışma ve gayretleriyle birlik, beraberlik, kardeşlik, yardımlaşma ve dayanışmayı öne çıkararak İslam toplumunu fikri bakımdan yeniden yapılandırmayı hedeflemiş bir felsefi topluluktur. Matematikten psikolojiye, astronomiden biyolojiye yaşadıkları döneme ait çeşitli bilimlerle ilgili bilgiler içeren 52 risâle günümüze kadar ulaşmış olan eserleridir. Hazırladıkları bu risaleler onların İslam Ansiklopedistleri olarak da anılmalarını sağlamıştır.
İhvân-ı Safâ'nın Kuruluşu ve Yapısı
Topluluğun kurucularının isimleri ne zaman ve nerede ortaya çıktıkları, faaliyetlerini nerede ve hangi tarihlere kadar sürdürdükleri, İslâm toplumunun hangi kesiminden oldukları gibi konularda tarihçiler arasında tam bir ittifak söz konusu olmamıştır. Bununla birlikte bazı üyeleri; Ebu Süleyman Ma'şerel-Busti (el- Makdisî), Hârûn ez-Zencani, el-Mihrecani, el-Avfi, Rıfai, el-Sâbi, Zeyd b. Rufâa olarak bilinir. Başkanlık eden isim olarak Zeyd b. Rufâa'nın, risalelere son halini veren derleyici olarak da el-Makdisî'nin isimleri öne çıkar.
Üyeleri arasında hiyerarşik bir derecelendirme olan topluluk faaliyetlerini gizlilik içinde yürütmeye çalışmış ve haftalık, aylık toplantılarına üyeleri dışında kalan yabancıları dahil etmemiştir. Bununla birlikte görüşlerini yaymakta herhangi bir sakınca görmemiş, hazırlamış olduğu risaleleri İslam Dünyası'nın her bölgesine ulaştırmaya çalışmışlardır. Üyeleri arasında yönetici, tüccar, âlim ve din adamlarının çocukları gibi her grup ve sınıfta insan vardır. İhvân-ı Safâ topluluğuna, ancak şahsi ve güvene dayalı temaslarla girilebiliyordu. Grup üyeleri genel olarak yaş durumuna göre tayin edilmiş olan dört dereceden oluşmaktaydı:
- Yaşları 15-30 arasında olan sanatkar gençler. Üstatlarına itaatle mükellef olan bu kimselere el-Ebrâr veya el-Ruhemâ adı verilirdi.
- İkinci derece yaşları 30-40 arasında olan akıl ve hikmeti bilen, siyasetle ilgilenen kimselerdir. Bu derecedekilere el-Ahyar veya el-Fudalâ adı verilirdir.
- İlahi kanunu korumasını bilen ve 40-50 yaş arasındaki kimselerden oluşan bu derecedekiler el-Kirâm adıyla bilinirlerdi.
- En yüksek mertebeye dahil olanların yaşı 50'den daha yukarıdır. Topluluğun tüm üyelerinin ulaşmaya davet edildiği bu mertebeye erişenler hakkı gören ve ahiret halini bilen kimseler olarak sayılırlardı.
Safâ kelimesi, sûfiler tarafından nefsin kötü vasıflardan sıyrılarak arınmasını niteleyen iç temizliği anlamında kullanılmıştır. Uzun ismi “Safa Kardeşler, Vefalı Dostlar, Adalet Ehli ve Hamd Çocukları” manasına gelen “Ihvânu's-Safâ ve Hullânu'l-vefa, Ehl-i Adl ve Elanau'l-hamd” kardeşliğinin her bir üyesi kardeşine yardım etmekle yükümlüdür ve kendisi için istediği şeyi kardeşi için de istemedikçe inanç olarak yükseleceğine inanmaz.
İhvan, kardeşlerini “Hz. Nuh'un yaptığı gemiye binip, gök apaçık dumanını getirmeden tabiat tufanından, madde denizinin dalgalarından kurtulmaya, böylece boğulanlardan olmamaya, Hz. İbrahim gibi – bir dizi şüphe ve araştırmadan sonra- kesin inanca sahip olarak, O'nunla beraber melekût alemini seyre, ruhunu bütün manevi kirlerden arındırarak, Hz. Peygamber gibi miraca yükselmeye” davet etmektedir. [1]
Cemiyet olmanın getirdiği sorumlulukla birlikte İhvân-ı Safâ, risalelerinde ve toplantılarında yardımlaşmanın yararlarına değinir. Bu konudaki düşüncelerini de şu şekilde dile getirirler:
“Bilesin ki, ona selam olsun Adem Babamızdan gelen hatayla içine düştüğümüz bu dünyanın sıkıntı ve âfetlerinden tek başına kurtulamayacağını kesin olarak anlamalısın. Çünkü oluş ve bozuluş (kevn ve fesad) âlemi olan bu dünyadan, cehennem azabından, şeytanlara komşu olmaktan ve iblisin askerlerinin hepsinden kaçınıp kurtulmak ve gezegenler (felek) âlemine, göklerin genişliğine, yüceler yücelerinin meskenine (meskenu'l-illiyyin), mukarreb rahman meleklerinin komşuluğuna yükselmek için kardeşlerinin yardımına muhtaçsın.”[2]
Gerek filozofların gerekse diğer insanların, ancak bir toplum içinde yaşamakla mutluluklarını elde edebilecekleri görüşündedirler. Çünkü onlara göre âlimler ve filozoflar da dâhil her insanın öğretim ve eğitime; ahlak, inanç, işler ve sanatlar konusunda bir öğreticiye, bir yol göstericiye ihtiyacı vardır.
İhvân-ı Safâ Risaleleri
Teşkilatın doktrini sayılan risaleler anonim olarak yazılmışlardır. Matematikten psikolojiye, astronomiden biyolojiye yaşadıkları döneme ait çeşitli bilimlerle ilgili birçok alanda detaylı bilgiler içeren 52 risâlenin alanında uzman farklı kişiler tarafından yazıldığı tahmin edilmektedir. Risalelere son halini kesin olmamakla birlikte Makdisi vermiştir. Bu risâleler, Resâilu İhvâni's-Safâ ve Hullani'l-Vefâ adıyla günümüze kadar ulaşmışlardır. Yazmış oldukları 52 risale toplam 4 bölümde toplanır:
1.Matematik ve Eğitsel (Riyazî Tâlîmî) Bilimler: 14 Risaleden oluşan bu bölümde; aritmetik, geometri, astronomi, coğrafya, müzik, önermeler, birinci ve ikinci analitikler gibi konuları esas alan risaleler bulunmaktadır.
2.Cisimsel - Doğal (Cismani Tabii) Bilimler: 17 Risaleden oluşan bu bölümde; madde ve suret, gök ve evren, oluş ve bozuluş, meteoroloji, tabiatın özü, madenler, bitkiler, hayvanlar ve insan vücudu gibi konuları esas alan risaleler bulunmaktadır.
3.Psikolojik (Nefsani) - Akli Bilimler: 10 Risaleden oluşan bu bölümde; Pisagor'a ve İhvan-ı Safâ'ya göre akli ilkeler, evren ve insan, akıl ve ma'kul, devirler ve felekler(küreler), diriliş ve kıyamet gibi konuları esas alan risaleler bulunmaktadır.
4.Dini-İlahi (Metafizik) Bilimler: 11 Risaleden oluşan bu bölümde; görüşler ve mezhepler, İhvan-ı Safa'nın inanç esasları, iman, inanç, ruhani varlıklar, siyaset türleri, âlemin düzeni, sihir, tılsım ve nazar gibi konuları esas alan risaleler bulunmaktadır.
Tüm risaleler okunduktan sonra okunması için de risalelerin özeti olarak görülen Risâletü'l- Camia hazırlanmıştır. Risalelerde Hermes, Pisagor (matematik, felsefe, astronomi ve psikoloji), Sokrates (ahlak), Eflatun (metafizik), Farabi (din felsefesi) ve Aristo(mantık)'ya sık sık atıflar yapılmakta ve isimleri anılmaktadır. Risalelerin derlenip kaleme alındığı tarih olarak genellikle 10.asrın ortaları gösterilmektedir.
Felsefe, bilim ve dinin birbiriyle sentezlendiği bir nevi bilimler ansiklopedisi oluşturmak amaçlı risaleler, bu felsefi topluluğun eğitim öğretim programı niteliğindedir. İhvân-ı Safâ mensupları belli bir disiplin içinde risaleleri okurlar. Risalelerin büyük bir kısmı basit anlaşılır bir dilde açıklanmış olmasından dolayı kısıtlı imkânlara rağmen, İslam dünyasının hemen hemen her bölgesinde ulaşabilme şansını elde etmiştir. Ulaştığı her bölgede yakın bir ilgi görmüş, evlerde toplu olarak okunmuştur. Bu ansiklopediler İran'dan İspanya'ya kadar İslam düşünce hayatı üzerinde derin bir iz bırakmıştır. Yazıldıktan yaklaşık yüzyıl sonra Endülüs'e ulaşan risalelerin nüshaları, yaygın bir şekilde okunmasına karşın bazı dönemlerde şiddetli tepkilerle karşılaşmıştır. Aktarılan bilgilere göre Risaleler, 1050 yılında Bağdat halifesi Müstencid'in emriyle yakılmıştır. İslam düşünce tarihinde eşsiz bir işlevi yerine getirmiş ve Müslüman elit üzerinde büyük bir etki yapan risalelerin Müslüman şehirlerde el yazma nüshalarının çok sayıda bulunması da onların popülerliğini ve etkisini gösterir.
İhvân-ı Safâ'nın Amaç ve Hedefleri
Din ile dünyayı birbiriyle çatıştırmayan, dünya ve ahiret dengesini kurmaya çalışan, her iki alanı da kuşatan, mutlu ve erdemli insanları yetiştirmeyi amaç edinen bir tasavvuf felsefesi ve anlayışı sunmaktadırlar.
“Kardeşlerimizin, ilimlerden hiçbirine düşman olmamaları, hiçbir kitabı hor görmemeleri, mezheplerden hiçbirine ön yargı ile bakıp taassuba düşmemeleri gerekir. Çünkü bizim görüş ve mezhebimiz, bütün mezheplerin görüşlerini kapsar ve bütün bilimleri kuşatır. O da; başlangıcı ve sonu, gizliliği ve açıklığı... itibariyle hepsinin bir tek prensip, bir tek sebep, bir tek alem ve bir tek ruhtan meydana gelmeleri bakımından duyularla algılanan ve akılla bilinen bütün varlıkların araştırılmasıdır.”[3]
Kur'an da dahil olmak üzere, dini metinlerin zahiri anlamının ötesine geçmek isteyen bir anlayışa sahip olarak ahlakı ilimden, aksiyonu teoriden üstün tutmakta olan İhvân-ı Safâ için, Allah'a ibadet yalnızca namaz ve oruçtan ibaret değildir, bilakis dünya ve ahiretin her ikisinin imarıdır. Dolayısıyla her kim ayırt etmeksizin dünya ve öte dünyanın ıslahına çalışırsa, Allah'ın karşılığını ona sunacağını savunur.
“Felsefenin başı ilimleri sevmek, ortası insani güç ölçüsünde varlıkların hakikatlerini kavramak, sonu ise bu bilgiye uygun sözler ve fiillerdir.”[4]
İnsanı tüm varlıkların merkezi olarak ele alan bir felsefe anlayışına sahiptirler. İnsanı küçük bir evren ve evreni büyük bir insan olarak değerlendirme, yani mikrokozmos-makrokozmos bağıntısı risalelerde sıklıkla karşımıza çıkmaktadır.
Risalelerde, "İnsanın kendini tanıması tüm bilimlerin başlangıcıdır; bu olmayınca varlıkların gerçeğini bilmek istemek ve bilgeliğe erişmeye çabalamak saçmadır”,“Tanrı'yı bilmek için, kendini bilmekten başka yol yoktur" diye yazılıdır.[5]
Kendini bilmekten sonra, ikinci aşama dış evreni araştırmaktır. Şu anki düzenin tek yaratıcıdan nasıl ortaya çıkıp türediklerini araştırmak için bu dünyadaki varlıklara dair ilimlerin hepsini incelemek gerektiğine inandıklarından dolayı risalelerinde birçok değişik ilimi ele almışlardır. İlk risaleleri geometri, sayılar ve matematik hakkında olup amaçları örnek ve geometrik kanıtlarla evreni incelemek ve açıklayarak felsefi anlayışlarını temellendirmektir.
İhvân-ı Safâ'ya göre insan, Rabb'ini bilmekle sorumludur; ancak O'nu bilmesinin yolu, kendi nefsini bilmekten geçer. Nefsin öldürülmesini değil, ıslahını esas almışlardır. Nefsin, arınma, temizlenme, olgunlaşma ve noksanlarını tamamlaması yönünde bu dünyada geçirdiği aşamaları, gelecekteki ebedi hayat için hazırlık olarak görmüştürler.
İhvân-ı Safâ Düşüncesinde Kavramlar
Matematik
İhvân-ı Safâ için sayılar çok önemlidir ve sayıları varlığın temeline yerleştirmiş, her şeyi sayılarla izah etmeye çalışmıştırlar. Risalelerinde Pisagor, Nikomakhos ve Öklid'e birçok kez atıf yaparlar ve sayıların birçok gizemi barındırdığına inanırlar. Sayılar Risalesi'nde genel olarak sayıların özellikleri, kaç çeşit oldukları, bu çeşitlerin alt türleri, özellikleri ve sayıların ikiden önce olan birden nasıl meydana geldikleri, yani sayıların kaynağı olan birden nasıl türedikleri ele alınmıştır. Önce bir ve birlik, ardından ise çokluk konusunu izah ederler.
Aritmetik ve geometri anlatımları, bilimsel olmaktan çok felsefi, teolojik karakterdedir. Aritmetik ve geometrik unsurları kanıtlama kaygısına girmeden onları varlıklarla ilişkilendirerek, sembolik ve mistik bir takım yönlerine vurgu yaprak ele almıştır.
Felsefi ilimlere matematikle, matemetiğe de sayılarla başlamalarındaki amaçları karmaşık soyut konulara girmeden önce zihinsel hazırlık yapmaktır.
Astronomi ve Astroloji
İhvan-ı Safâ'nın evren sistemi, merkeze Dünya'yı alan, Güneş'i ise, en uzak kuşatıcı felek ile Dünya arasında orta bir yerde konumlandıran bir evren sistemidir ve bu sistemi Kur'an ayetleriyle desteklemektedirler. Merkezdeki yerden itibaren alttan yukarı hiyerarşik bir sırayla, Hava küresi, Ay küresi, Merkür (Utarit) küresi, Venüs (Zühre) küresi, Güneş küresi, Mars (Merih) küresi, Jüpiter (Müşteri) küresi, Satürn (Zuhal) küresi, sabit yıldızlar küresi ve kuşatıcı küre yer almaktadır ve bu küreler iç içe geçmiş durumdadır.[6] Evreni, ay-üstü ve ay-altı olarak ikiye ayıran İhvân-ı Safâ'ya göre, göksel hareketler, yerdeki oluş ve bozuluşun yakın nedenidir; uzak neden ise Tanrı'dır. Onlara göre, Güneş'in, Ay'ın ve yıldızların etkileri yok sayılamaz. Örnek vermek gerekirse, bireylerin karakterlerinin ve ahlâkî tutumlarının oluşumunda iklimin, içinde yaşanılan coğrafyanın, alınan eğitimin, ailenin ve toplumun yadsınmaz bir rolü bulunmaktadır. Ancak bu etmenlerin hepsi sonuçta gelip, en temel neden olan, burçların, feleklerin ve yıldızların etkisine dayanır. Çünkü onlara göre; iklim, çevre, toplumsal koşullar ve benzerinin oluşumu da göksel etkilere, yani yıldızların ve burçların konumuna bağlıdır.[7]
Olayların nedenini Tanrı yerine yıldızlara bağladığı, gaybden haber verdiği, göksel etkiler karşısında insanı önemsiz ve yararsız gösterdiği iddiasıyla astrolojiye mesafeli duran İslami çevrelerin eleştirilerine maruz kalmışlardır. Risalelerinde bu çevrelere yönelik olarak gökbilimin felsefenin bir parçası olduğuna değinmişler ve “Şeriatın hükümlerini öğrenmiş, dini hükümlerin bilgisine vakıf olmuş, ilahi kanundan emin olan bir kimseye gelince, onun felsefi ilimlerle uğraşması kendisini zarara uğratmaz”[8] diye belirtmişler, astrolojinin gaybı bilme gibi bir iddia taşımadığını söylemişlerdir.
Bilim ve Felsefe
Bilmenin insanın varlık şartı olduğunu, insanın ancak bilgisi sayesinde değer kazandığını, yaratılanların bilinmek için var edildiğini, Allah'ın cömertliğinin, yaratılanların hikmetlerinin ve hakikatlerinin ancak bilim ile bilineceğini ifade eden İhvân-ı Safâ'ya göre teorik ve pratik bütün bilimlerin başlıca iki amacı vardır:
- Beden sağlığını gerçekleştirmek ve insanın bedenen sağlıklı yaşamasını sağlamak
- Ruh sağlığını gerçekleştirmek ve ruhun ölümden sonraki hayatta da mutluluğunu temin etmek
Zahiri bilimler beden sağlığını, batıni bilimler ise ruh sağlığını gerçekleştirmeye çalışır. Görünen ve görünmeyen (zahir ve batın) olarak ikiye ayırdığı bu alemde önce görüneni tanımaya çalışır. Çünkü; görünen alem, görünmeyenin açık delili ve belirgin örneğidir. Kavramaya çalıştığımız bu âlemin küçük bir örneği olan (mikrokozmos) insan öncelikle tanınması bilinmesi gerekendir. İnsan önce kendini tanıyacak, sonra evrene geçecek onu kavrayacak ve bütün bunlar onun Tanrı anlayışının temelini oluşturacaktır.
İhvân-ı Safâ; kendini tanımadan evreni tanıma girişimini, daha yüz kg.lık bir yükü kaldıramazken, bin kg.lık bir yükü taşıma teşebbüsüne ya da henüz yürümeye gücü yetmeyen birinin koşmaya çalışmasına benzetir.[9] Onlara göre, kendi dışındaki şeylerin bilgisine sahip olduğunu öne süren kimsenin, kendisi hakkında bir şey bilmemesi, tuhaf bir durumdur.
İhvân-ı Safâ için felsefe sadece hakikatin araştırılmasından ibaret olarak teoride kalmaz, felsefenin “kişinin söz ve davranışlarını belli bir sistem dâhilinde düzenleme” gibi pratik yönü de vardır.
Felsefeyi, Kindî'de de olduğu gibi insanın gücü ölçüsünde Tanrı'ya benzemesi olarak tanımlar; “Tanrı, bilginlerin en bilgini, hakimlerin en hakimi, sanatkarların en sanatkarı ve hayırlıların en hayırlısıdır. Kimin bilgi, hikmet, sanat ve hayır alanında uğraşısı artar, üstünlük kazanırsa o, Tanrı'ya o derece yaklaşmış olur.” [10]
Din
Hz. Âdem'den Hz. Muhammed'e gelinceye kadar, Allah'ın insanlığa çok sayıda peygamber ve din göndermesinin ana sebebi, insanlığın, hem sosyal hem de psikolojik evrimini sağlamaktır. İhvan-ı Safâ'ya göre, bu sebeple Allah, kendisine ve öte dünyaya iman gibi esas unsurları değişmeyen ilkeler vazetmiştir. Her gelen yeni din bir önceki dönemin sosyal yaşantı ve düşünceleriyle ilgili olan sistemi ya tamamen ya da kısmen değiştirir.
İhvân-ı Safâ'ya göre din ve felsefe maksatları bir olan ilahi iki iştir ve sadece detaylarda farklılık gösterir. İnsan ancak felsefi bilgiler ve dini terbiye ile ruhi kemale ulaşır ve kurtuluşa erebilir. Din ile felsefeyi birleştirmek isteyen İhvân-ı Safâ; sadece felsefi ve pozitif ilimlerle ilgilenip dinin hükümlerinden ve sırlarından habersiz olanları eleştirmektedirler. Faydasız tartışmalarla insanları yanlışa sevk eden, her şeyi akılla yorumlamaya kalkarak dinin hükümlerini yok sayan filozofların gerçek filozoflar olmadıklarını[11] söyleyen İhvân-ı Safâ, aynı zamanda metafizik hakikatleri düşünüp kavramaya, varlıkların hakikatlerini araştırmaya ve dini daha iyi anlamaya yarayan, hikmet anlamında değerlendirdiği felsefeye karşı çıkan dini âlimlerine de olumlu gözle bakmamaktadır.
Din ile şeriatı birbirinden ayıran İhvân-ı Safâ dini ilahi emir olarak görür ve tüm peygamberlere göre dinin tek olduğunu fakat peygamber sayısınca şeriat olduğunu ifade eder. Şeriat dünyevi işlerle dinin güçlenmesini, sağlamlaşmasını mümkün kılar.
İhvân-ı Safâ, kutsal kitaplardaki yaratılış, Adem, şeytan, bilgi ağacı, haşr, hesap günü, cehnenem, cennet gibi bütün metafizik motiflerin sembol olarak değerlendirilmesi ve mecazi şekilde anlaşılması gerektiğine inanmıştır.
Ahlak sistemi, zühd ve takvaya dayanan İhvan-ı Safa tasavvuf kültürüne de önemli katkılarda bulunmuştur. İlk mutasavvıfların dağınık fikirlerini topladıkları ve sonradan gelen büyük mutasavvıfların ve bazı filozofların tasavvuf terimlerinin önemli bir kısmını İhvân-ı Safâ'dan aldıkları söylenmektedir. İhvan-ı Safa'dan etkilenen mutasavvıfların başında İbn Arabi gelmektedir.
Yaratılış
İhvan-ı Safa'nın yaratılış anlayışı "sudûr" (meydana çıkma) düşüncesi çerçevesinde kavranabilir. Bu kavram, her şeyin tek varlıktan çıktığını ve yine ona döneceğini anlatır. Yaratılış, bir meydana çıkma ve yine aslına dönüşten ibarettir. İnsan bedeni de yok olduktan sonra ruh, Tanrı'ya dönecektir. Bütün âlemi kuşatan engin ruhun kaynağı olan Tanrı'ya dönüş, büyük diriliştir (ba's-ü Ba'd el-mevt).
Sudûr düsüncesi, risalelerde de net bir biçimde açıklanmaktadır: "Tüm varlıkların yaratılışı birbirine bağlı ve sıralıdır. En aşağı evrende olan olaylar, bağlı oldukları en üst evrenin göksel düzen ve yönetimi gereği oluşurlar"[12] İhvan-ı Safa'ya göre dünyanın Tanrı'dan sudur etmesi (ortaya çıkması) derece derece olmuştur:
1. Tanrı birliği (vahdet-i ilahi) aşamasında; bütün varlık türleri birlik içinde, Tanrı özündedir. Burada tek varlık Tanrı'dır.
2. el-Akl; aşamasında; yönetici, denetleyici, öğretici, yol gösterici özellikleri bulunan; tanrısal varlık olan us (akıl) oluşur. Bu oluşma da bir fışkırmadır.
3. el-Nefs, diri varlıkların özünü oluşturan, nitelik bakımından usla yakınlığı bulunan bir güçtür.
4. İlk madde (maddi ûlâ), yer kaplayan varlıkların oluşturucu gerecidir.
5. Dehr (evren), bütün varlık türlerini kuşatan bütündür.
6. Ecsam (cisimler-nesneler), yer kaplayan tek tek varlıklardır.
7. Eflak (gök katları), ayrı ayrı özellikler taşıyan varlık alanlarıdır.
8. Anâsır (ilkeler yani elemanlar), varlık türlerini oluşturan kurucu özlerdir. Evreni dolduran bütün varlık türleri bu ilkelerin belli oranlarda, belli bir düzene göre, birleşmesiyle biçimlenir.
9. Madenler, bitkiler ve hayvanlar (cemâdât, nebâtât ve hayvanât), evrende bulunan bütün varlık türlerinin toplandığı üç büyük bölümdür. Yeryüzünde görülen ne verse bu üç türden birine bağlıdır.
Bu varlık katları, belli bir diziye göre bir öncekinden doğar. Yaratılış, Tanrı'dan çıkış ile başladı, son varlık katında bütünlüğe ulaştı. İhvan-ı Safâ' ya göre, böylelikle "sudûr", Tanrı' dan başlayarak sonsuza kadar dallanan bir ağaç gibi, üst evrenin tek biçiminden yola çıkıp, alt evrenin çoklu biçimini oluşturmaktadır.
İhvân-ı Safâ doğanın tüm aşamaları arasında sürekli bir gelişim olduğunu söyler. Risalelere göre, bitkilerin ilk derecesi, madenlerin son derecesine, bitkilerin son derecesi de, hayvanların ilk derecesine bağlıdır. Bu sürekliliği belirtebilmek için, risaleler hayvanlardan insanlara geçişi de açıklamakta ve maymunda insana benzer niteliklerin nasıl bulunduğunu açıklamaktadırlar. Ancak, insandan sonra meleklere, oradan ilâhî evrene ve mutlak varlığa doğru yükselişi anlatmaya devam ettikleri için, evrim düşünceleri çağdaş evrim düşüncesinden farklıdır.
Onlara göre evrende hiçbir şey tesadüfen gerçekleşmediği gibi, hiçbir şey de nedensiz ortaya çıkmamaktadır, yani her şeyin bir nedeni ve varlık hikmeti bulunmaktadır. Bu açıdan felekleri, burçları, yıldızların hareketlerini ve onların oluş ve bozuluş üzerindeki etkilerini bilmek, nedensel ve matematiksel düzeni kavramak, hikmetleri görmek için gereklidir.
Evren hem var olmada, hem de varlığını sürdürmede Tanrı'ya muhtaçtır; O'nsuz varlığını sürdürmesi imkansızdır. İhvân-ı Safâ'nın seçtiği örnekle söylersek, nasıl ışık varlığını ve sürekliliğini Güneş'e ve lambaya, konuşmacının sözlerinin varlığı ve sürekliliği konuşana bağlı ise, evren de bunun gibi varlık ve süreklilik açısından Tanrı'ya bağlıdır.[13]
İnsan
İnsanı cismani anlamların son cevheri, ruhani anlamların ilk cevheri olarak gören İhvân-ı Safâ; insanın cisimsel bedeninin dünyada sürekli kalmayı ebedi olarak burada yaşamayı arzuladığını ruhani nefsi itibariyle ise ahirete ulaşmayı istediğini ifade eder. Hayat ve ölüm, uyku ve uyanıklık, bilgi ve cehalet, hastalık ve sağlık, hayasızlık ve iffet, cimrilik ve cömertlik gibi zıt niteliklere de değinerek bu düalistik yapıya dikkat çeker.
Risalelerinde madenler, bitkiler ve hayvanlarla ilgili ifadelere yer verirler. Onlara göre yeryüzünde hayvanların ortaya çıkışı bitkilerden sonra olmuştur. Hayvanlar âlemi dâhil onun altındaki her şey, hep insanın ortaya çıkışı ve yaşayabilmesi için önceden var edilmiştir. İnsan, üç varlık âlemi (madenler, bitkiler ve hayvanlar) ile gökler arasında bir bağdır; bu üç varlık âlemi ona bağlıdır ve insan da onları kullanma haklarına sahiptir. Bununla birlikte insan, en son yaratılan en kompleks varlıktır. İnsanın bundan sonraki gelişimi maddi değil, ruhi bir evrim geçirmesi anlamına gelmektedir. İlahi kökeninin farkına varan mükemmel insan için süreç bitmiştir. İhvân-ı Safâ'ya göre insanın evrimi ruhsaldır, tanrı hayvandan sonra insanı yaratığı gibi, insandan sonra da bir şey yaratacak değildir. Çünkü insan, kökenine dönebilme erdemine sahip oluşu nedeniyle bütün yaratıkların amacını yerine getirmiştir ve bütün diğer varlıklar, bu son tekrar birleşme aşamasının gerçekleşmesi için yaratılmıştır.
İhvân-ı Safâ‘ya göre beden; topraktan gelen, karanlık, bozulup dağılabilen, cansız, hareketsiz, hissiz ve ölü, cismani bir cevherdir ve kan, balgam, sarı ve kara safra olmak üzere dört karışımdan meydana gelmiştir. Buna karşılık nefs ise bozulup dağılmayan, diri, etkin tabiata sahip, belli bir süre için bedenin tamamlayıcısı, sonra bedeni terk edip ayrılan ve aslına dönen ölümsüz manevi bir cevherdir.
İnsanın bir bütün olarak insanlığını fark etmesi ve ilahi kökenini arayarak ruhani olgunlaşma sürecinden geçmesi, felekler âlemine ulaşma arzusunu hissetmesine bağlıdır. Bunu yapabilmesi için de bedeninden onun isteklerinden kötü fiil ve bozuk fikirlerden arınması gerekmektedir.
Nefsin, tam olgunluğuna ve gerçek insani nefse dönüşmesi bedenden tamamen ayrılması yani ölmesiyle olur. İhvân-ı Safâ'ya göre doğum olayı nasıl ceninin ana rahminden kurtuluşunu simgeliyorsa, ölüm de ruhun bedenden kurtuluşunun bir simgesidir. Ancak, bu noktaya kadar nefs, olgunlaşma süreci içinde devamlı insan varlığını inşa eder.
İhvân-ı Safâ insanın kendi kendisini keşfetmesini istemektedir. Nefs sürekli bir aktivite varlığı olduğu müddetçe, kendini keşfeder ve güçlerini kullanabilir. Nefs; canlı, hareketli ve dipdiridir. İnsanın, yeryüzünde yaşadığı sürece bir iş, bir fiil gerçekleştirmeden duramayacağı görüşündedir. Çünkü insan, nefsinin olgunlaşmasını ve tekamülünü kesintisiz olarak devam ettirmek durumundadır. İhvân-ı Safâ böylelikle insanın maddeden forma geçiş mücadelesi veren bir varlık olduğuna değinmektedir.
İdeal insanın; nefs-beden dengesini kurabilen insan olduğunu belirten İhvan-ı Safa dünyaya aşırı bağlılığı hoş karşılamaz. Onlara göre “İdeal (kâmil) insan şeriatın hükümlerini, peygamberlerin tavsiyelerini ve filozofların irşadlarını uygulayan, düşmanca tutumlardan, kötü huylardan, çirkin davranışlardan, yanlış düşüncelerden uzak duran, ilimler arasında değer farkı gözetmeksizin felsefe, din, matematik, tabii bilimler, ilahiyat gibi bütün alanlarda bilgili olmaya, böylece ruhunu aydınlatma ve arındırmaya çalışan, cahillikten uzak kalan kişidir”[14]
Kaynakça
- Bayram Ali Çetinkaya, İhvân-ı Safâ'nın Din Söylemi
- Bayram Ali Çetinkaya, Dinî Ve Felsefî Metinler Cilt:1 (2012) - İlk Ansiklopedik Metinler Olarak İhvân-ı Safâ Risâleleri'nin Bilimsel ve Entelektüel Anlamı
- Bayram Ali Çetinkaya, İhvân-ı Safâ Düşüncesinde Temel Tasavvufî Kavramlar ve Meseleler – Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi (Cilt IX/2 Aralık 2005)
- Enver Uysal, İhvân-ı Safâ'nın, X. Yüzyıl İslâm Dünyasının Felsefe ve Bilim Düzeyine Işık Tutan Bir Sözlük Denemesi
- Hasan Aydın, Kozmolojik Temelleri Işığında İhvân es-Safâ'da Astroloji ve Astrolojinin Meşruluğu Sorunu - Kelam Araştırmaları 9:1 (2011)
- İbrahim Agah Çubukçu, İhvân as-Safâ ve Ahlak Görüşleri
- İhvân-ı Safâ Risaleleri Cilt:1 (2012), Çev: Ömer Bozkurt, Ayrıntı Yayınları
- İhvân-ı Safâ Felsefesi Monografisi, Seda Küçüksarp – Cem Çiloğlu – Mehmet İlgürel
- Mustafa Öztürk, İhvân-ı Safâ'nın Felsefî Düşünce Sisteminde Kur'an Ve Yorum
- Ömer Bozkurt, İhvân-ı Safâ'da Aritmetik, Geometri ve Felsefe İlişkileri
- Şahin Filiz, İhvân-ı Safâ (X.yy)'ya göre İnsanın Biyolojik ve Psikolojik Yapısı
http://www.dinlertarihi.net/dinler-tarihi/2/ihvan-us-safa-felsefesi.html
[1] Enver Uysal, İhvân-ı Safâ'nın, X. Yüzyıl İslâm Dünyasının Felsefe ve Bilim Düzeyine Işık Tutan Bir Sözlük Denemesi, s.94
[2] İhvân-ı Safâ Risaleleri Cilt:1 (2012), Çev: Ömer Bozkurt, Ayrıntı Yayınları, s.69
[3] Enver Uysal, İhvân-ı Safâ'nın, X. Yüzyıl İslâm Dünyasının Felsefe ve Bilim Düzeyine Işık Tutan Bir Sözlük Denemesi, s.94
[4] Enver Uysal, İhvân-ı Safâ'nın, X. Yüzyıl İslâm Dünyasının Felsefe ve Bilim Düzeyine Işık Tutan Bir Sözlük Denemesi, s.97
[5] http://www.dinlertarihi.net/dinler-tarihi/2/ihvan-us-safa-felsefesi.html
[6] Hasan Aydın, Kozmolojik Temelleri Işığında İhvân es-Safâ'da Astroloji ve Astrolojinin Meşruluğu Sorunu - Kelam Araştırmaları 9:1 (2011), s.185
[7] Hasan Aydın, Kozmolojik Temelleri Işığında İhvân es-Safâ'da Astroloji ve Astrolojinin Meşruluğu Sorunu - Kelam Araştırmaları 9:1 (2011), s.187
[8] İhvân-ı Safâ Risaleleri Cilt:1 (2012), Çev: Ömer Bozkurt, Ayrıntı Yayınları, s.108
[9] Enver Uysal, İhvân-ı Safâ'nın, X. Yüzyıl İslâm Dünyasının Felsefe ve Bilim Düzeyine Işık Tutan Bir Sözlük Denemesi, s.95
[10] Enver Uysal, İhvân-ı Safâ'nın, X. Yüzyıl İslâm Dünyasının Felsefe ve Bilim Düzeyine Işık Tutan Bir Sözlük Denemesi, s.96
[11] Hasan Aydın, Kozmolojik Temelleri Işığında İhvân es-Safâ'da Astroloji ve Astrolojinin Meşruluğu Sorunu - Kelam Araştırmaları 9:1 (2011), s.194
[12] http://www.dinlertarihi.net/dinler-tarihi/2/ihvan-us-safa-felsefesi.html
[13] Hasan Aydın, Kozmolojik Temelleri Işığında İhvân es-Safâ'da Astroloji ve Astrolojinin Meşruluğu Sorunu - Kelam Araştırmaları 9:1 (2011), s.194
[14] Bayram Ali Çetinkaya, İhvân-ı Safâ Düşüncesinde Temel Tasavvufî Kavramlar ve Meseleler – Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi (Cilt IX/2 Aralık 2005), s.232