GİORDANO BRUNO
“Tanrı, iradesini hâkim kılmak için yeryüzündeki iyi insanları kullanır; yeryüzündeki kötü insanlar ise kendi iradelerini hâkim kılmak için Tanrı'yı kullanırlar.”
Tarihi ve sanatı iliklerinize kadar hissettiğiniz şehirlerden biridir Roma… Her köşesinde bir sürpriz, her yanında bir güzellik barındırır. Bu sürprizlerden birine tesadüfen denk geliverdim bende. Tiber Nehri kıyısından ayrılıp Piazza Navona'ya doğru ilerlerken, çiçek ve çiçekçilerle bezeli minimal ve sevimli bir meydan çıkıverdi karşıma. ‘'Aman da ne güzel çiçekler bunlar'' diye bakınıyorken tam, ilk başta akşamın karanlığından fark edemediğim, ama aslında gayet görkemli ve büyük olan bir heykeli görüverdim. Uzaktan bakıldığında bir keşişi andırıyordu heykel. Başı hafif öne eğik, cübbesinin şapkası başına geçirilmiş, mütevazı bir duruşu vardı. İçgüdüsel bir merakla yaklaşıp heykel üzerindeki yazıyı okuyunca anladım ki, Campo dei Fiori meydanındayım ve karşımdaki de 1600 yılında, tam da bu meydanda düşüncelerinden dolayı engizisyon tarafından yakılarak idam edilen Giordano Bruno'dan başkası değil.
Ona ‘'doğacı coşkunluğun düşünürü'' de deniliyor. Aristotelesçi kapalı evren görüşünden ilk sıyrılanlar arasında yer alan İtalyan filozof, Kopernik'in tezini savundu. Evrenin sonsuz ve eşdağılımlı olduğunu ve evrende, dünyadan başka birçok gezegenin bulunduğunu söyledi.
“Tanrı, iradesini hâkim kılmak için yeryüzündeki iyi insanları kullanır; yeryüzündeki kötü insanlar ise kendi iradelerini hâkim kılmak için Tanrı'yı kullanırlar.”
“Sonsuz sayıda güneş bulunmaktadır; yedi gezegenin bizim güneşimiz etrafında döndüğü gibi bunlar etrafında dönen gezegenleri vardır. Bu dünyalarda yaşayan varlıklar bulunmaktadır.”
Bruno, Soylu bir ailenin çocuğu olarak 1548 yılında İtalya'da kasabasında dünyaya gelmiş. On altı yaşındayken Dominiken tarikatına girmiş. Kopernikus sistemi ile tanışınca, tarikat mensubu bir kişi olmaktan sıyrılmış ve buna bağlı olarak Hıristiyan inancıyla arasındaki bütün bağları kopartmış. E tabi dönem kilisenin tüm gücüyle hüküm sürdüğü orta çağ olunca da, kiliseye karşı bir sistem içinde yer aldığından din sapkınlığı ile suçlanmış. Engizisyon baskısından kurtulmak için Roma'ya ardından Kuzey İtalya'ya kaçmış. Dinsizlikle suçlandığı için hiçbir yerde kalıcı olarak yaşayamayıp, sürekli gezmek zorunda kalmış ve en sonunda bir İtalyan aristokratının davetiyle İtalya'ya geri dönmüş. Fakat bu aristokratla fikirleri uyuşmayınca, bizzat onun tarafında engizisyona teslim edilmiş. Ona, d ü ş ü n c e l e r i n d e n vazgeçmesi ve sonsuz evren görüşünün din sapkınlığı olduğunu kabul etmesi durumunda kilise tarafından affedileceği söylenmiş. Ama o, gördüğü bütün işkencelere karşın, görüşlerinden taviz vermeyip ölüme mahkûm edilmiş.
Ölüm kararını Bruno'ya bildiren yargıç, ondan şu cevabı almıştır:
“Ölümümü bildirirken siz benden daha çok korkuyorsunuz”.
Kilisenin bu kararı, 1600 yılının Şubat ayında, Roma'da Campo dei Fiori meydanında Bruno'nun diri diri yakılması ile yerine getirilmiş.
Bruno evrenin sonsuzluğu yanında evrenin birliği ilkesini de benimser. Buna göre Ortaçağ felsefesinde temel alınan gök ile yer ayrılığını reddeder. Bruno; Tanrı'nın ve evrenin birbirinden farklı iki töz olmadığı, ama aynı gerçekliğin iki sonsuz görünümü olduğunu kabul eder. Ona göre her şey Tanrısal kuvvetin görünüşüdür:
“Ne gördüğüm hakikati gizlemekten hoşlanırım, ne de bunu açıkça ifade etmekten korkarım. Aydınlık ve karanlık arasındaki, bilim ve cehalet arasındaki savaşa her yerde katıldım. Bundan dolayı her yerde zorlukla karşılaştım ve cehaletin babaları olan resmi akademisyenlerin yanı sıra kalın kafalı çoğunluğun öfkesinde hedef olarak yaşadım.”
D ü ş ü n c e l e r i n i n açıklanmasının kendisi için çok tehlikeli olduğunu bildiği halde, yukarıdaki cümlesinden de anlaşılacağı gibi, yazı ve konuşmalarında düşüncelerini hep böyle açıkça ifade etmiştir.
Kaynaklar: http:// tr.wikipedia.org http://www.infidels.org
Özgür BENLİ