ENTROPİ
“EVRENDE KAOS VAR Mİ? YOK MU?”
Geçmişten günümüze kadar “evrende kaos var mı? Yok mu?” sorusu, beyinleri devamlı meşgul etmiş, ama modern bilimin gelişmesiyle daha somut bir anlam kazanmıştır.
Kaosun sözlük anlamı “kargaşa, düzensizlik” tir. Kargaşa ve düzensizliğin olduğu bir yerde de her şey bir rastlantı şeklinde gelişir. Buna kaynaklık eden temel yasa da entropi yasasıdır.
Entropi yasası, termodinamiğin ikinci yasasıdır.Birinci yasa, evrende madde ve enerjinin daimi olduğunu, yaratılamayacağını veya yok edilemeyeceğini açıklar. Sadece şekil değişir, fakat öz asla. İkinci yasa, yani entropi yasası, madde ve enerjinin sadece bir doğrultuda değiştirilebileceğini belirtir. Yararlanılabilenden yararlanılanamayana, geçerliden geçersize yada düzenliden düzensize doğru. Esas olarak ikinci yasa, tüm evrende her şeyin bir yapı ve değer ile başladığını ve değiştirilemez biçimde rastgele kaos ve tükenmeye doğru gittiğini söyler. Entropi, fizikte bir sistemin içerdiği düzensizliğin ölçüsüdür. Bir sistemin düzenli, organize ve planlı bir yapıdan düzensiz, dağınık ve plansız bir hale geçmesi o sistemin entropisini artırır. Bir sistemdeki düzensizlik ne kadar fazlaysa, o sistemin entropisi de o kadar yüksek demektir.
Bu gerçek hepimizin yaşamları sırasında da yakından gözlemlediği bir durumdur. Örneğin bir arabayı çöle götürüp bırakır ve aylar sonra durumunu kontrol ederseniz, elbette ki onun eskisinden daha gelişmiş, daha bakımlı bir hale gelmesini bekleyemezsiniz. Aksine lastiklerinin patlamış, camlarının kırılmış, kaportasının paslanmış, motorunun çürümüş olduğunu görürsünüz. Ya da evinizi "kendi haline" bırakırsanız, her geçen gün daha düzensizleştiğini, dağıldığını, tozlandığını görürsünüz. Ancak bilinçli bir müdahale ile (yani evi temizleyip düzenleyerek) bu süreci geriye çevirebilirsiniz.
Tek yönlü süreçler sonun habercisidir. İnsanın yaşlanma süreci de, evrendeki entropinin artışı da böyledir. Aslında evrendeki entropinin artışına sebep olan birçok tek yönlü süreci sürekli gözlemlemekteyiz. Isı, hep sıcaktan soğuğa doğru akar, hiçbir zaman soğuktan sıcağa doğru akmaz.Sıcak bir çayın her zaman soğuduğunu gözlemleriz, ama hiçbir zaman odadaki sıcaklık çaya doğru geriye akarak (süreç tersinerek) çayımızı ısıtmaz. Bisikletimizin frenine basarak durmamıza yol açan süreç ısıyı açığa çıkarır, ama hiçbir zaman Güneş'in ısıttığı bisikletimizin hareket ettiğini göremeyiz. Parfümümüzün kapağı açıksa koku odaya dağılır, ama odanın içindeki dağılmış moleküller tekrar bir şişeyi doldurmazlar.
Evrende kaos var mı? Yok mu?
Entropi Kanunu, doğruluğu teorik ve deneysel olarak kesin biçimde kanıtlanmış bir kanundur. Öyle ki Albert Einstein, bu kanunu “bütün bilimlerin birinci kanunu” olarak tanımlamıştır. Amerikalı bilimadamı Jeremy Rifkin, Entropy: A New World View (Entropi: Yeni Bir Dünya Görüşü) adlı kitabında şöyle der: Entropi Kanunu, tarihin bundan sonraki ikinci devresinde, hükmedici düzen şeklinde kendini gösterecektir. Sir Arthur Eddington ondan, bütün evrenin en üstün metafi zik kanunu olarak bahseder.
İlk yasada tam olarak kastedilen şey enerjinin yaratılması yada yok edilmesinin imkansız olduğudur. Evrendeki enerji miktarı zamanın başlangıcından beri sabittir ve zamanın sonuna dek sabit kalacaktır. Birinci yasa sakınım yasasıdır. Enerjinin yok edilip yaratılamayacağını fakat bir formdan başka bir forma sokulabileceğini söyler. Bu dönüşüm sırasında enerjinin bir kısmı geri döüştürülemez forma geçer. Mesela bir bina inşa ettiğinizde başka yerlerden bir araya topladığınız enerjiyi kullanırsınız. Bina yıkıldığında enerji yok olmaz, sadece çevrede başka yerlere nakledilir.
Tüm düşünmemiz gereken 1. yasa olsaydı enerjinin tüketilmeksizin bir formdan diğerine dönüştüğünü düşünüp rahatlardık ama dünyanın bu şekilde dönmediğini biliyoruz. Örneğin bir parça kömür yakıldığında enerji yok olmaz ama uzaya yayılan kükürtdioksit ve diğer gazlara dönüştürülür. Süreç içinde enerji kaybolmaz ama aynı kömür parçasını tekrar yakamayacağımızı ve aynı faydayı elde edemeyeceğimizi de biliriz. Bunun açıklaması enerjinin bir halden bir hale dönüştüğünde ‘'belli bir cezanın ifa edildiğini'' söyleyen ikinci yasada bulunur. İşte buna entropi denir. Entropi artık işe dönüştürülemeyen enerji miktarının ölçümüdür. Yasaya göre kapalı bir sistemde maddi entropi nihai olarak bir maksimuma varmak zorundadır.
Evrendeki her şey belirli bir yapıya ve değere sahip olarak başladı, fakat geri dönülemez şekilde, gelişigüzel kaosa, ve ıskarta, ziyan veya atığa gidiyor. Entropi, evrenin bir alt sistemindeki elde edilebilir enerjinin, elde edilemez enerjiye, veya kullanılabilir enerjinin kullanılamaz enerjiye ne ölçüde dönüşmüş olduğunu belirtir. Yine Entropi Yasası uyarınca - ki bu nokta çok önemli ne zaman dünyada ya da evrende düzenli bir durum oluşsa, bu, yakın çevresinde daha büyük bir düzensizliğin oluşması pahasına gerçekleşir. Satır aralarını dikkatle okursak, Entropi Yasası, tarihin ilerleme demek olduğu fi krini yıkar. Bunun yanında, bilim ve teknolojinin daha düzenli bir dünya yarattığı fi krini de reddeder.
Burada biraz teknik olmak gerekiyor. Enerjinin işe dönüştürülebilmesi için bir sistemin değişik bölümleri arasında farklı enerji yoğunluğu olması gerekir. İş yapılırken enerji mutlaka yüksek yoğunlukta olduğu bölgeden, alçak yoğunlukta olan yere akar. Tersi olamaz. Enerjinin bir düzeyden başka bir düzeye gittiği her sefer, bir sonraki seferde kullanılabilecek ve işe çevrilecek enerji miktarı azalır. Barajdan bırakılan su bir nehir veya göle düşerken elektrik üretmekte veya bir çarkı döndürmekte kullanılabilir. Ama yüksekliğini kaybedip alt seviyede bir yere vardığında artık iş yapabilecek durumda değildir. Düz bir satıha yayılan su en ufak bir çarkı bile çevirebilip, yararlı iş yapamaz. Bu iki tür enerji düzeyine, elde edilebilir yani serbest enerji hali, ve elde edilemez yani bağlanmış veya kısıtlı enerji hali denir. Doğada herhangi bir şeyin meydana geldiği her an, bir miktar kullanılabilir enerji, daha sonra kullanılamıyacak duruma geçer. Kullanılamıyan enerji, kirlenmenin diğer yüzüdür. İnsana ilk anda tuhaf geliyor çünkü olaya böyle bakmaya alışmamışız. Çoğu insan, kirliliği üretimin bir yan ürünü olarak görür. Aslında çevre kirliliği, bu açıdan bakılınca, dünyada artık kullanılamıyacak hale dönüşmüş enerjinin toplamı demektir. Iskarta veya atık ise boşa harcanmış enerjiyi temsil eder.
Entropi kelimesinin isim babası Clausius adlı termodinamikçidir. Clausius başta, enerjinin korunumu yasası gibi entropinin korunumu yasasını bulacağını umuyordu; ama, sonuçta evrenin, entropinin korunmaması yasası ile yönetildiğini gördü. Clausius, bir sistemdeki enerji düzeyi farklarının daima eşitlenme eğilimi taşıdığını söyler. Denge hali, sistemdeki enerji düzeyleri arasında fark kalmadığı durumdur. Denge halinin başka bir ifade şekli, entropinin maksimuma ulaşarak, daha fazla iş yapabilecek serbest, kullanılabilir enerjinin tamamen yitirilmesidir. Clausius'un enerji düzeyi eşitlenmesi kuralı, “Dünyada entropi, yani kullanılamaz enerji miktarı, daima maksimuma gider,” şeklinde de söylenebilir.
Şimdi konuyu biraz değiştirip Batı uygarlığını benimsemiş toplumların, Newtoncu dünya görüşünden önce hangilerini paylaştığına değinelim. İlk aşamada klâsik Yunan'daki dünya görüşü ile karşılaşırız. Efl âtun, Aristoteles ve diğer Yunan fi lozofl arı bugünkü dünya görüşünün tamamen aksini düşünüyorlardı. Bugün, evrenin kuruluşunda bir kaosun hüküm sürdüğü, ve zamanla bu kaosun düzene dönüştüğü görüşü (“ordo ab chao”) geçerlidir. Halbuki Grekler, evrenin “chao ab ordo” diye ifade edilebilecek “düzenden kaosa” sürüklendiğine inanıyorlardı. Çünkü onlara göre tarih, hep bozulmaya doğru giden bir süreçti. Romalı Horace, entropinin temel ifadesi olan Termodinamiğin İkinci Yasasını hiç bilmezken, onu çok güzel özetleyen “Zaman, dünyanın değerini azaltıyor,” düşüncesine nasıl varabilmişti? Yunan mitolojisi, tarihi, her biri bir öncekinden daha haşin, daha zorlu ve daha bozulmuş olan beş aşamaya ayırır.
İ. Ö. 8. yy.'da tarihçi Hesiod bunları Altın, Gümüş, Pirinç, Kahramanlık ve Demir Çağları diye adlandırır. Hesiod'a göre bereket ve huzur dönemi olan Altın Çağ bir zirveydi. O dönemde Olimpus tanrıları altın bir insan nesli yaratmıştı ve onlar yüreklerinde endişe, ağır iş ve zorluktan uzak keyif içinde tanrılar gibi yaşıyorlardı. Yaşlılığın düşkün günlerini yaşamıyorlar, sanki gözkapaklarına uykunun ağırlığı çökmüşçesine ölüp gidiyorlardı. Hesiod'un Altın Çağ betimlemesi Thomas Hobbes gibi biri tarafından peri masalı diye bir kenara atılırdı muhakkak ki. Çünkü Hobbes'a göre insanlığın doğa içindeki başlangıcı “yalnız, fakir, kötü, kaba ve kısa bir öyküydü.” Ancak bugün antropologlar Hesiod'un yorumuna daha yatkınlar. Günümüzde kalan az sayıdaki avcı-toplayıcı insan gruplarının incelenmesi Hesiod'un anlattıklarını destekler yönde. Örneğin modern insan haftada sadece kırk saat çalışma zorunluluğuyla ve yılda iki hafta veya daha fazla tatil yapabilmesiyle övünüyor. Halbuki avcıtoplayıcı toplumların çoğu, haftada yalnız on iki ile yirmi saat arası çalıştıklarından, her yıl haftalar veya aylarca hiç iş yapmadıkla rından, bizim koşullarımızı katlanılamaz sayarlar. Bu insanların günleri oyunlar, spor, sanat, müzik, dans, törenler ve yakınlarını, z i y a r e t l e geçer. Ayrıca zannedilenin aksine, halen dünyadaki en sağlıklı insanlar a r a s ı n d a oldukları, modern tıbbın yardımı o l m a k s ı z ı n altmışlı yaşlarını tamamladıkla rından bellidir. Bu tür topluluklarda işbirliği ve paylaşma prim yaptığı için, savaşa ve birbirlerine karşı saldırganlığa eğilim azdır. Hesiod, hayatın kötülüklerini içeren kutunun kapağını Pandora'nın açmasıyla Altın Çağın ansızın sona erdiğini söyler ve şöyle devam eder: “Sonraları nihayet Demir Nesli geldiğinde, gece-gündüz işe, üzüntüye, olumsuz etkenlere mahkûm hayatlar başladı. Artık oğul babayla, baba oğluyla, arkadaş arkadaşla aynı fi kirde değillerdi. Ebeveynler çabuk yaşlanıyor ve saygı görmüyorlardı.
Dürüstve iyi adam, sözünü tutan kişi tutulmuyor, tersine kötülük yapanlar, gururlular ve edepsizler saygınlık görüyordu. Hak, güçlü olanındı, gerçek ise dillerden uzaklaşmıştı.”
Yunanlılar, Tanrı yarattığı için dünyanın mükemmel olup, ebedî olmadığına ve çürümenin tohumlarını kendi içinde taşıdığına inanıyorlardı. Dünya Altın Çağda, yaratıldığı ilk mükemmel hâlini korumuş ama sonraki çağlarda kaçınılmaz çürüme kanununa boyun eğmişti. Evren, tohumunda bulunan bozulma süreci bitiminde son kaosa yaklaşınca Tanrı müdahale ederek onu tekrar başlangıcındaki mükemmeliyet koşullarına döndürüyor ve bütün süreç yeniden başlıyordu. Böylece eski Yunan'ın bu dünya görüşünce tarih, mükemmeliyete giden birikmeli bir ilerleme değil, düzenden kaosa yol alan ve kendini sonsuza kadar yineleyen bir çevrimdi.
Batı Avrupa'da eski Yunan'ın dünya görüşü, Ortaçağda Hıristiyan dünya görüşü oluşuncaya kadar hükmünü sürdürdü. O dönemin Hıristiyan toplumları dünya hayatına, sonrakine hazırlayan bir aşama diye baktılar. Hıristiyan görüşü Yunan'ın çevrimler kavramını terk etmekle birlikte, aynen onlar gibi tarihe, çürüyen bir süreç şeklinde bakışını korudu. Hıristiyan teolojisine göre tarihte, Yaratılış, Kurtuluş ve Kıyamet'ten oluşan belirgin bir başlangıç, orta bölüm ve son vardır. İnsanlık tarihi çevrimsel olmayıp bir düz çizgi şeklinde düşünülmesine rağmen herhangi mükemmel bir hâle doğru gittiğine inanılmıyordu. Bunun aksine, kötülük güçlerinin dünyada kaos ve çözülme ektiğini düşünüyorlar ve tarihi, sürüp giden bir çatışma olarak görüyorlardı. Ayrıca Yahudilik ve İslâm'da olmayan ilk günah doktrini, insanoğlunun yazgısını bu hayatta iyileştirmesine zaten imkân tanımıyordu. Bir kul olan insanın tarihi yapması veya değiştirmesi nasıl düşünülebilirdi ki? Ortaçağ bakış açısına göre dünya, Tanrı'nın her bir eylemi kontrol ettiği, çok katı biçimde yapılandırılmış bir düzendi. Tarihi ancak Tanrı yapardı, insanlar değil. Kulların özgürlüğünden ve haklarından bahsetmek boşunaydı, onların görev ve yükümlülükleri vardı ancak. Yunan'ın tarih kavramındaki gibi gelişme ve maddi kazanıma yer yoktu. İnsanın amacı bir şeylere erişmek değil, kurtuluşa varabilmekti. Bu çerçevede toplum da, her kişinin bir rol üstlendiği, ilahî olarak yönlendirilen organik ve ahlâksal bir organizmaydı.
Sorbonne Üniversitesi tarih hocası Jacques Turgot 1750 yılında ileri sürdüğü yeni kavramla dünya tarihinin yapısını temelinden değiştirdi. Bu görüşüyle Eflâtun, Aristo, Aziz Paul (Pavlos), Aziz Augustin yanında, Klâsik çağ ve Ortaçağın tüm düşünsel dâhilerine meydan okuyup, modern zamanların ilerleme ideolojisinin ilk önemli değişik yorumunu dile getirmişti. Turgot hem tarihin çevrimsel karakter taşıdığını, hem de sürekli bozulma kavramlarını reddetti. O, tarihin bir düz çizgide gittiğini ve tarihteki her aşamanın, bir öncekinden daha fazla gelişmişlik sergilediğini kesin bir ifadeyle ileri sürdü. Ona göre tarih, birikmeli olmanın yanında ileriye gidici bir nitelikteydi. Yunan'ın kararlı veya direşken hâl filozofları ve Roma Kilisesi din adamlarından tamamen ayrılarak, sürekli değişim ve hareketin erdemini belirtti. Bu arada ilerlemenin engebeli olduğunu, hep aynı tempoda gitmediğini, zaman zaman batağa saplandığını, hatta birkaç adım gerilediğini teslim ediyordu ama, tarihin genelde bu dünya hayatında genel çizgisiyle hep mükemmeliyete doğru ilerlediğine sarsılmaz biçimde inanıyordu. Bütün doğayı matematiksel yasalarla açıklama başarısını gösteren Newton 1727'de öldüğünde ona kraliyet cenaze töreni yapıldı. Kendisi göçmesine rağmen, ona son şeklini verdiği makine-dünya görüşü, yerine iyice yerleşiyordu artık.. Mekanik görüş yalnızca hareket hâlindeki maddeyi konu alıyordu çünkü matematiksel yolla ölçülebilen tek şey hareketli cisimlerdi. Sırf bu nedenle bile, getirilen ancak makinelere ilişkin bir dünya görüşü olabilirdi, insanlara uygun olamazdı. Ama olay ne yazık ki bu doğrultuda gelişmedi. Yaşamın niceliklerini tamamlayan nitelikler ayıklanınca, mekanik paradigmanın elinde tümüyle ölü maddeden ibaret, soğuk, cansız bir evren kaldı. Fakat insanların gözü, bütün o matematiksel formüller ve fiziksel açıklamalardan kamaşmıştı bir kere. Bu arada yitirdiklerini değil, sadece elde ettiklerini görüyorlardı. Çünkü nihayet çok uzun zamandır aranılan, evrenin nasıl işlediği sorusunun yanıtı bulunmuştu. Şeylerin gerçekten bir düzeni vardı. Ama hâlâ da etrafa bakılınca insanların günlük eylemlerinin neden o denli karmakarışık olduğunu anlayamıyorlardı. Bunun cevabı da gecikmedi. Toplumdaki yanlışlıkların sebebi, insanların evreni düzenleyen mekanik(!) kanunlara uygun davranmamasıydı. Birer makine olmayan insanlardan, mekanik yasalara uygunluk bekleniyordu. Yine de, doğa yasalarının insana ve toplumsal kurumlara nasıl uygulanacağını bulmaya kararlıydılar. Buldular da. Artık insanlığın hayatta yeni bir amacı vardı. Öbür dünyada kurtuluşa ermek düşüncesi bitmişti . Yerine geçen yeni fikir, bu dünyada mükemmelliği aramaktı. Entropi dünya görüşüne gelecek olursak…, termodinamiğin birinci ve ikinci yasaları tek bir cümleyle ifade edilebilir: “Evrenin toplam enerji içeriği değişmezdir ve toplam entropi sürekli artar.” Bu, enerjinin yaratılamayacağı ve yokedilemiyeceğini belirtir. Demek ki, evrendeki enerji miktarı zamanın başlangıcında sabitlenmiş ve zamanın sonuna, dek sabit kalacaktır. Mesela, bir miktar ısı alalım ve onu işe dönüştürelim (yani onunla bir iş yapalım). Böyle yapmakla ısı yok edilmiş olmaz. O enerji başka bir yere aktarılmış, veya başka bir enerji biçimine dönüştürülmüş olur. Bunu daha somut bir örnekle açıklamak için bir otomobil motoru düşünelim. Benzindeki enerji, motorun yaptığı iş, artı açığa çıkan ısı, artı ekzostan dışarı atılan enerjilerin toplamına eşittir. Enerji yok olmayıp sadece şekil değiştirdiğine göre her şey enerjiden yapılmıştır. Bunu hemen anlayabilmek, kabul edebilmek biraz zor olsa da gerçek budur. Var olan her şeyin biçimi, durumu ve hareketi, çeşitli enerji yoğunluklarının ve dönüşümlerinin sonucudur.
Kapalı bir sistem içinde, enerji seviyelerindeki fark her zaman dengelenme eğilimindedir. Enerji seviyelerinde fark bulunmaması durumuna denge hali denir. Denge hali, entropinin, iş görebilmek için elde edilebilir serbest enerjinin bulunmadığı maksimumdur.
Dünya üzerinde iki tür elde edilebilir enerji kaynağı bulunmaktadır: Yeryüzü stoğumuz ve güneş ışınları. Dünya üzerinde maddi entropinin sürekli olarak arttığı ve nihai olarak maksimuma ulaşmak zorundadır. Bu durum, dünyanın evrenle ilişkisinde kapalı sistem olmasından kaynaklanır. Entropi yasası, doğadaki her şeyin sadece kullanılabilir olandan kullanılamayan hale dönüştürüleceğini belirtir. Locke ve diğer mekanik paradigma mimarları dünyanın gerçekte, kaostan düzene doğru ilerlediğini ileri sürdü. Bu görüş bütünüyle mahsurluydu.
Zaman sadece iş gerçekleştirebilecek elde edilebilir enerjinin var olduğunda sürebilecektir. Evren, elde edilebilir enerjiyi tükettikçe, giderek daha az “gerçek” zamanın kaldığı ve oluşumların azaldığı görülecek. Zamanla, ısı ölümünün nihai denklik “gerçek” anı geldiğinde her şey oluşumunu durduracaktır ve böylece zaman artık beliren bir şey olmayacağından, duyumsanılan an olmayacaktır. Öyleyse enerji harcandıkça zaman tükenmektedir.
Yüksek entropi kültüründe, yaşamın ağır basan amacı, maddi servet yaratmak ve düşünülebilen her insani arzunun tatmini için yüksek enerji akışı kullanmaktır. Dolayısıyla, insan özgürlüğü, daha fazla servet birikimiyle denk tutulur. Büyük ödül, zenginliklerini çıkarmak için çevrenin dönüştürülmesine verilir.
Tekrar tekrar vurgulanması gereken konu, ne yaparsak yapalım, dünyadaki maddesel entropinin sürekli arttığı ve sonuçta bir maksimuma erişmesinin zorunlu olduğudur. Çünkü dünya bir kapalı sistem olduğu için etrafıyla, örneğin güneşle olduğu gibi, enerji alışverişinde bulunuyor ama madde alışverişi yok. Bu açıdan dünya evrenin kapalı bir alt sistemi. Bazıları zanneder ki, güneş enerjisini maddeye dönüştürmek olanaklıdır. Halbuki böyle bir şey müthiş bir organizma olan evrende bile gerçekleşmiyor. Evrende sadece enerjiden yapılan madde önemsenmeyecek kadar az. Fakat tersine, muazzam miktarlarda madde durmadan enerjiye dönüşüyor. Sanırım bütün bu anlatılanlarla entropik dünya görüşünün can alıcı noktası ortaya çıktı. Dünyada sürekli maddî ilerleme ve sürekli üretim ve tüketim sınırsız değildir. Madde ve enerji tüketimini hızlandırdıkça, kullanılabilir enerjiyi kullanılamaza çevirmeyi de süratlendirmiş oluruz. Yani, dünyanın ısı ölümü denilen, kullanılabilir enerjinin sıfırlanıp her şeyin hareketsiz kalacağı maksimum entropi hâline daha çabuk varırız. Bu nedenle gereğinden fazla ve hızlı, madde ve enerji tüketiminden kaçınan yeni bir dünya görüşünün geçerli kılınması gereklidir. Kullanılabilir serbest enerjiyi bitirdiğimiz an, hareket yeteneğimizi ve iş yapabilme imkânımızı da tüketeceğiz. Akla, “Entropi prosesi tersinebilir, yani geriye döndürebilir mi?” sorusu geliyor. Bu mümkün olmasına rağmen, sevindirici bir şey değil. Çünkü entropiyi belirli bir zaman ve yerde geri döndürebilsek bile bunun da bedeli ödenir. Bu bedel, o işlem için ek enerji harcamaktır ki, bu da çevrenin toplam entropisini arttırır. Bu açıklama, maddeleri geri kazanmanın da ancak kısmî çözüm olabileceğini gösteriyor. Çünkü, birincisi, geri kazanmada hiçbir zaman yüzde yüze yaklaşılamaz. İkincisi, geri kazanılması mümkün bölüm için de fazladan kullanılabilir enerji harcayarak ortamın toplam entropisini arttırmak kaçınılmazdır.
Newtoncu makinadünya görüşü taraftarlarının taşıdıkları at gözlüklerini artık çıkarıp atmalarında hem kendileri hem dünya için yarar var. Zira Entropi Yasası hükmünü tıpkı ölüm gibi ayrıcalıksız sürdürür. Nasıl ölüm onu kabul edip etmememize bağlı değilse, evrensel nitelik ve geçerliliğe sahip Entropi Yasası da, onun gerçeğini idrak edemesek bile, bizleri işleyişine bağımlı kılar. Onun hükmü de kaçınılmazdır. Bu nedenle bize ne denli uzak gözükse de, onu anlamaya çalışma ve gerçekliğine uyma akıllılığı ve uzak görüşlülüğünü tüm insanlığın içselleştirmesi gerekir. Çünkü bazı gerçekler ama acele etmeden, ama şamata çıkarmadan, fakat mutlaka ona başını çevirenlere haddini bildirir. Adamın biri yerçekimi yasasının doğru olmadığı konusunda ısrar eder dururmuş. Tanıdıkları onu bu gerçekliğe inandırmak için bin türlü dil dökmüşler. Bunlardan bıkan adam, görüşünün doğruluğunu ve yüksekten yere düşse de ölmeyeceğini kanıtlamak için kendisini bir gökdelenden atacağını söyleyince arkadaşları vazgeçirmek için boşuna uğraşmışlar. Nitekim bir gün adam kendini gökdelenin tepesinden aşağı bırakmış. Bir yandan düşüp otuzuncu, kırkıncı, ellinci katları geçerken diğer yandan hâlâ şöyle düşünüyormuş, “İşte onlara gösterdim, buraya kadar her şey iddia ettiğim gibi gidiyor.''
Kapalı sistem düzensizliğe yani kaosa doğru yol alır, erişebileceği en son denge durumunu arar. Bu yüzdendir ki kumdan yaptığımız kaleler yavaş yavaş bozularak, özelliğini yitirip dümdüz olur. Kayalar ise biz fark edemeden kuma; kum da denizdeki tuza dönüşür. Aynı şekilde big bang patlamasıyla start alan gözlemlediğimiz evrenimiz de bir andaki durumu bir önceki durumuna göre düzensizliğini artırarak genişlemesini, tüm enerjisinin bütün noktalarında tamamen denk hale (yani Entropisini maksimum dereceye yükselterek hiçbir olay gerçekleşmeyecek duruma) gelinceye kadar sürdürecek ve sonunda sistem kendi kendini yok edecektir.
Dünya da kapalı bir sistem olduğuna göre yani dışarıyla madde alışverişi yapmadığına göre sahip olduğu kaynaklar gün gelip tükenecektir. Yani kullanılabilir enerji sıfırlanacaktır. Bu da aslında sahip olunan enerjiyi ve enerji kaynaklarını düzenli ve idareli kullanmamızın ne kadar önemli olduğunu gösterir.
Kaynaklar: ENTROPİ: Dünyaya Yeni bir Bakış Jeremy Rifkin & Ted Howard İz yayıncılık Rastlantı ve Kaos David Ruelle Tübitak Kaos James GLEİCK Tübitak Entropi Doğaya Egemen Olan ve her şeyi Yöneten Yasa Güngör Kavadarlı http://www.entropi.net/
Özgür BENLİ